Dokuzuncu Osmanlı padişahı ve şair (D. 10 Ekim 1470 , Amasya – Ö. 21/22 Eylül 1520, Çorlu / Tekirdağ). I. Selim olarak da bilinir. Babası İkinci Bayezid, annesi Gülbahar Hatun’dur. Annesinin Dulkadiroğlu Alaüddevle’nin kızı Ayşe Hatun olduğunu ileri sürenler de vardır. Kanuni Sultan Süleyman’ın babasıdır. Tarihin ender yetiştirdiği hükümdarlardandır. Kaynaklar onu sert tabiatlı, azim ve irade sahibi, dinamik ve cevval bir kişi olarak tanımlamaktadır. Fiziki özellikleri konusunda değişik değerlendirmeler olmakla birlikte; pek çok yazar onun uzunca boylu, iri siyah gözlü, “Enf-i Osman” (Osmanlı burnu) olarak bilinen bir buruna sahip, sakalsız, fakat uzun pala bıyıklı, yüzü yuvarlak ve gayet renkli, bacakları kısa, belden yukarı kısmının uzun olduğunu anlatır. Adına yazılmış olan Selimnâmelerde sert huylu olmasının yanında müşfik ve duygusallığı da belirtilmekte, kardeşi Ahmed’in ölümünden sonra ağladığı duygusallığına örnek olarak anlatılmaktadır.
Şehzadeliğinden itibaren iyi bir eğitim aldığı bilinen Sultan Selim, bu döneminden itibaren kendini tümüyle devlet ve millet işlerine adadı, halk içinde sık sık tebdil-i kıyafetle dolaşarak toplumun nabzını tutmaya çalıştı. Çocukluğu dedesi Fatih Sultan Mehmet’in dizinin dibinde geçmiş, Halimi Çelebi ile Amasyalı Şeyh Hamdullah gibi devrinin en ünlü hocalarından ders almıştır. Babası tahta çıkınca, kendisi de Trabzon Sancakbeyi olmuş ve yönetim deneyimlerini arttırmıştır. Adına yazılan Selimnâmeler, şehzadeliğinden itibaren kendisinin çok okuyan bir kişi olduğunu belirtmekte; Paola Giovio onun İskender ve Sezar’ı da okuduğunu yazmaktadır. Başka kimi kaynaklar tarih, edebiyat ve siyasetname konusundaki kitaplara meraklı olduğunu aktarmaktadır. Şairliğini öven kayıtlar onun Türk, Arap ve Acem şiirleri içinde seçkinleştiğini ve bir Farsça “Divan”ı bulduğunu kaydetmektedir. Bu merak onu çok değerli bir sosyal çevreye sahip kılmıştır.
Şehzade Selim, iyi gitmediğine inandığı devlet işlerini yoluna koymak istiyordu. Babasının şehzade Ahmet’i veliaht olarak düşündüğünü öğrenince babasından Rumeli sancaklarından birisine atanmasını istedi. İsteği kabul edilmeyince Kefe’ye gitti, dönmesi yönündeki çağrıları dikkate almayarak, kayınpederi olan Kırım hanından aldığı süvarilerle, Edirne’ye doğru ilerledi. Babası Bayezid’le burada buluşarak bir rivayete göre Vidin ve Niğbolu sancaklarının kendisine verilmesini sağladığı gibi, babasından sağlığında hiçbir oğlunu tahta geçirmeyeceğine dair söz aldı. Ancak şehzade Ahmed’i destekleyen devlet adamlarının bu yönde padişaha baskıda bulunmaları ve Çorlu’da babasının kuvvetleriyle girdiği mücadeleyi kaybetmesi üzerine Kırım’a dönmek zorunda kaldı.
Ancak, Şahkulu İsyanı’nda Hadım Ali Paşa’ya yardım etmeyen ve savaş alanını terk eden Şehzade Ahmed’e karşılık Şehzade Selim’in sergilediği azim ve cesaret, devlet adamalrı üzerinde itibarını arttırdı ve onun ertesi yıl tahta geçmesinde etkili oldu. Şehzade Selim, 24 Nisan 1512’de babasını, tahtından indirerek, padişah oldu. Sekiz yıl, dört ay, yirmi sekiz gün devam eden hükümdarlığı döneminde Osmanlı devletine büyük zaferler kazandırdı.
Yavuz Selim, Osmanlı tahtına çıkar çıkmaz hedeflerini belirledi. Öncelikle içerdeki birliği sağlamak üzere, o sırada şehzade Ahmet’in teşviki ile Bursa’yı ele geçirmiş olan yeğeni Alâeddin’in üzerine yürüyerek onu Malatya’ya kaçmaya mecbur etti. Diğer şehzadeleri ve oğullarını dize getirerek dış sorunlarla uğraşmaya başladı. Yeni padişahı tanımakta geciken Eflak, Boğdan, Macar, Venedik, Rus ve Mısır elçileriyle barış anlaşmalarını yeniledi. Amacı, Osmanlıyı tehdit eden Safevilerle hesaplaşmaktı
Safevi tehlikesine kilitlenen Sultan Selim, Şah İsmail üzerine yürümeye karar verdi ve büyük bir orduyla İran’a hareket etti. Ordusunu Akkoyunlu beylerinin katılımıyla daha da güçlendiren Sultan Selim, İran’ın eski rakibi Özbeklerle, Akkoyunlular, Mısır Sultanı ve Ahıska Gürcü Beyinin desteklerini de sağladı. Yavuz Sultan Selim’in komutasındaki Osmanlı ordusu 23 Ağustos 1514’te yapılan Çaldıran meydan muharebesinde Şah İsmail’in ordusunu yenilgiye uğrattı. Şah İsmail, her şeyini savaş alanında bırakarak hayatını kurtarmak için kaçmak zorunda kaldı. Muzaffer Osmanlı ordusu Tebriz’e kadar ilerlemeyi başardı.
Osmanlı egemenliğinin Musul’a kadar ulaşması, buralardaki nüfuzunu ve ticari çıkarlarını korumak isteyen Mısır Sultanı Kansu Gani’yi tedirgin etti.
Yavuz Sultan Selim, 2 Haziran 1516 tarihinde, İstanbul’dan hareket eden Osmanlı ordusu Malatya’yı alarak güneye doğru ilerledi. Mısır kuvvetleri de kuzeye doğru çıkınca iki ordu Halep’in kuzeyinde, Mercidabık’ta karşılaştı. 24 Ağustos 1516’da meydana gelen Mercidabık muharebesinde Kölemenler ağır bir yenilgiye uğratıldı. Kansu Gavri’nin de öldürüldüğü bu zafer ile Halep, Hama, Humus ve Şam gibi ünlü şehirler Osmanlı hakimiyeti altına girmiş oldu. Yavuz Sultan Selim, 27 Eylül 1516’da girdiği Şam’a iki ay kadar kaldı.
Birkaç ay sonra meydana gelen bir olay Selim Han’ı Mısır seferine çıkmaya adeta mecbur etti. Kölemenlerin yeni hükümdarı Tomanbay, Sultan Selim’in elçilerini öldürtmesi bardağı taşıran son damla oldu. Yavuz Sultan Selim, ordusuyla Mısır’a doğru yürüyüşünü sürdürerek önce Kudüs’e, oradan da Gazze’ye ulaştı. 22 Ocak 1517’de Kahire yakınlarındaki Ridaniye mevkiinde yapılan savaşta Osmanlı ordusu Kölemen ordusunu yine mağlup etti. Bu zafer ile Osmanlılar Mısır’ın tümünü hakimiyeti altına almış oldu. Sultan Selim yedi ay kadar kaldığı Mısır’da, Mekke şerifinin Sultan Selim adına hutbe okutmasını ve bölgedeki toplulukların bağlılıkları sağladı. Yavuz Sultan Selim burada “Hâdimü’l Haremeyn” (Mekke ve Medine’nin Hizmetçisi) gibi kendisine ve Osmanlılara hem İslam hem de Hıristiyan dünyasında itibar sağlayacak önemli bir unvanın sahibi oldu.
25 Temmuz 1518’de İstanbul’a dönen Sultan Selim’in beraberinde birçok rehine ile birlikte son Mısır Abbasi Halifesi el-Mütevekkil de vardı. Bu tarihten itibaren halifelik Osmanoğullarına geçmiş ve dünya Müslümanlarının liderliğini ifade eden ilk Osmanlı halifesi Yavuz Sultan Selim olmuştur.
Yavuz Sultan Selim, 1520 yılında Edirne’ye hareket etti. 22 Eylül’de konakladığı Çorlu’da şirpençe hastalığından kurtulmayarak vefat etti. Naaşı İstanbul’a getirilerek, Fatih semtinde kendi adına yaptırılmış olan Yavuz Selim bahçesinde toprağa verildi.
Osmanlı hanedanının en ünlü hükümdarlarından biri olan Yavuz Sultan Selim, Osmanlı topraklarını sekiz yıl gibi kısa bir sürede 2,5 kat büyütmüş ve ölümünde imparatorluk topraklarının 1.702.000 km2'si Avrupa'da, 1.905.000 km2'si Asya'da, 2.905.000 km2'si Afrika'da olmak üzere toplam 6.557.000 km2'ye çıkarmıştır.
Yönetimi süresince Batı ile barış içerisinde yaşamış, daha çok Anadolu’nun Safevi devleti tarafından nüfuz altına alınmasını önleyecek seferler yapmıştır. Ortadoğu’da Memlukların nüfuzuna son vererek aynı zamanda Portekiz’in doğu ticaretini tekeline almasına ve Müslümanların manevi yönden de çok önemli şehirlerini tehdit etmesine de engel olmuştur. Yavuz Selim’in askeri başarıları, hem Osmanlı devletinin ömrünü uzatmış, hem de kendisinden sonra görevi devralacak Kanuni Sultan Süleyman liderliğinde Batıya doğru yeni İslam fetihlerinin yolunu açmıştır.
Osmanlı donanmasını yenileyen Yavuz Sultan Selim, Bizanslılar döneminde kurulan ve dedesi Fatih Sultan Mehmet zamanında kullanılan Haliç Tersanesi’ni yeniden inşa ederek, kapasitesini arttırıp Osmanlı İmparatorluğu'na kazandırmıştır.
Konya'da Mevlevi Tekkesi'ne su getirmiş, Diyarbakır Fatih Paşa Camii ve Elbistan Ulu Camii'ni, Şam Salihiye'de Muhyiddin İbn Arabi'ye camii ve imaretini, İstanbul'da Yavuz Sultan Selim Cüzzamhanesi’ni, Şam Sultan Selim Camii'ini inşa ettirmiş, Muhyiddin İbn Arabi'nin türbesini de bulup yaptırmıştır. Ayrıca Mısır Seferi sırasında Hind ve Çin haritalarını da yaptıran Selim'e, Piri Reis tarafından 1513 yılında tamamlanan harita 1517 yılında Mısır'da Piri Reis'in kendisi tarafından sunulmuştur. Temelini attırdığı İstanbul Sultan Selim Camii'ni bitirmeye ömrü yetmemiş; bu eser oğlu I. Süleyman tarafından tamamlanmıştır.
Arapça’yı ve özellikle Farsça'yı çok iyi bilen Sultan Selim'in, kendi el yazısı ile Selimî mahlasıyla yazılmış olan Farsça manzumeleri günümüzde Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi'nde bulunmaktadır. Farsça'nın yanında Türkçe şiirleri de bulunan Selim'in, Farsça olan Divân'ı 1306 yılında İstanbul'da basılmış olup, 1904 tarihinde de Alman İmparatoru II. Wilhelm'in emriyle Paul Horn tarafından Berlin'de yeniden yayımlanmıştır.
Geceleri üç dört saat uyku uyur, diğer zamanlarını okuyup yazmakla geçiren Yavuz Sultan Selim’in; anlam inceliği ve sanatlı söyleyiş yönünden son derece güçlü olan şiirlerinden iki beyit:
“Merdüm-i dideme bilmem ne füsûn etti felek
Giryeyi kıldı füzûn, eşkimi hûn etti felek
Şîrler pençe-i kahrımla olurken lerzân
Beni bir gözleri ahuya zebûn etti felek”
Soldan sağa ve yukardan aşağı okunuşu aynı olan bir şiiri:
“Sanma şâhım herkesi sen sadıkâne yâr olur
Herkesi sen dost mu sandın, belki ol ağyâr olur
Sâdıkâne ol cihanda belki bir serdâr olur
Yâr olur, ağyâr olur, serdâr olur, didâr olur.”