Yükleniyor. Lütfen Bekleyin.

İzmir'in ilçe adları nereden geliyor. Aklınızda Bulunsun

İzmir'in ilçe adları nereden geliyor.

Aliağa

Adını Ali Ağa adındaki bir kişinin çiftliğinden alan Aliağa'nın kuruluşunun 4. Murat dönemine kadar uzandığı bilinmektedir. Bir söylenceye göre; çiftliğin sahibi Ali Ağa, bir suç işler. İstanbul’da ölüme mahkum edilir. Avustralyalı Baltacı Edwars  (sonradan Müslüman oldu ve Kenan adını almıştır) tarafından bu cezadan kurtulur. Ali Ağa bu can bağışının altında kalmaz ve adını değiştirmemek koşulu ile çiftliğini Edwars'a bırakır. Edwars buraya üç katlı bir malikâne yaptırır. Aliağa'nın ilk yapısı budur.

Balçova

Eskiden Ayesefit olarak kullanılan köyün adı, köy arazisinin büyük bir kısmının balçık olması nedeniyle, Balçık Havi olarak değişmiş ve daha sonra söylene söylene Balçık Ova birleşerek bugünkü ismi olan Balçova adını almıştır. 

Bayındır

Bayındır ilçe merkezinde Bizanslılar döneminde yerleşimin bulunduğu ancak Selçukluların gelişi ile Orhan Gazi tarafından 14. yüzyılın başlarında 24 Oğuz boyundan Üçoklar’ dan biri olan Bayındır Türkmen Boyunun kendi adı ile yeni bir yerleşim oluşturduğu bilinmektedir. 

Bayraklı

Bayraklı adı hakkında var olan söylencelerden ilki; Batı Anadolu kıyılarını kendilerine insan kaynağı olarak seçen Türk korsanlar ile ilgilidir. O dönemde Akdeniz’e hakim olan denizciler her yıl İzmir’e gelip, bayraklar açarak levent toplarlar. “Solumadan can vermek, terlemeden mal kazanmak isteyen bayrağımız altına gelsin” sözleriyle gönüllü çekmeye çalışılır. Bayraklar, günümüzdeki Bayraklı’nın bulunduğu yerde açılmakta ve gönüllüler orada yazılmakta olduğu için yörenin adı yıllar içinde Bayraklı olarak kalır.

Bergama

Helenlerden çok önce Batı Anadolu'da Pelasglar ve Luvi halkı yaşardı. O zaman Bergama'nın adı Parg-a-uma idi. Perg=Berg Arapçadaki Burç anlamına geliyor, kale demektir. Uma ise, “halk” demektir. Pergamon adı ise, Helenleşmenin başlamasıyla dönüşen bir kelimedir. Bugün Bergama adı aslında ilk kullanılışı olan Pargauma'ya daha çok benzer. 

Beydağ

“Palaipohs”, Helen dilinde, eski kent demektir. Bu ad yakın zamana kadar Balyambolu olarak kullanılıyordu. Beydağ ilçesinin adı Osmanlılara kadar, Palaiapolis adının değişik şekilleri ile (Palyapolis, Palaiapolis, Nikapolis, Palaipo-lis, Palaioupolis, Paloeopolis, Algiza, Palaiapolis) olarak gelmiştir. 

Bornova

Bilinen en eski adı “Birun-u Abad” olan Bornova’da yerleşim Hellenistik çağda başlamıştır. İsmi Osmanlı kayıtlarında Birunabad olarak geçmiş ise de, Farsça "dış, harici" anlamına gelen "birun" kelimesinin, genellikle yer isimlerinde bir özel isimle birlikte kullanılan "-abad" takısı (İslamabad, Haydarabad gibi) ile pek uyuşmaması, Birunabad'ın başka bir ismin tahrif edilmiş veya uyarlanmış şekli olabileceğini düşündürmektedir. İsmin başlangıçta "Burunova" şeklinde geçtiği de öne sürülmüştür. Amazon’lar, Hititler, İon’lar, Frigya’lılar, Lydya’lılar, Pers’ler, Makedonya’lılar,Bergama Krallığı ve Roma’lılar bu bölgede hüküm sürmüş ve yaşamışlardır.

Buca

Buca adının orijini hakkındaki bilgiler ise birer hipotezden öteye gidememektedir. Kararas’ın Iconomos’tan naklen kaydettiğine göre 1235 te İzdik Devleti (Dukas Vatidis) Kralı İoyanis Lenvon Manastırı sınırlarını tesbit ettirirken KOHİ denen ve Kral yolu yakınında bir yerleşme adı geçmektedir. Iconomos’a göre burası sonradan Buca adını alan yerdir. KOHİ eski Yunancada bir kapalı açının iç tarafı, dibi anlamına gelmektedir. Yeni Yunancada KOHİ, GONİA olmuş, daha sonra BUGİA ve giderek BUCA ya dönüşmüştür. (Kararas: s. 8, Iconomos: s.8) Aristotalis Foutrier, Le monastre de Lembos isimli arkeolojik incelemesinde ise bu manastıra ait belgeleri incelerken RUZA adında bir köyün sözü geçtiğini, bunu BUCA olabileceğini kaydetmektedir. Bir başka varsayım da son Bizans döneminde bu yörede büyük toprak sahibi olan VUZA yasa Vuzas isimli kişinin adının kaynak olabileceği yolundaki görüştür.

Buca sözcüğü Batı literatüründe değişik şekilde yazılmıştır: BOUDJA, BUDJIA, BOUGIEH, BORJA gibi, Bunlardan ilki en yaygın kullanılmış olanıdır.Buca adı ilk olarak Fransız Konsoloshanesinin deprem dolayısıyla Buca ya nakledildiği 1688 yılında, Konsoloshane kayıtlarında görülmektedir.

 

Çeşme

Çeşme ve civarında kaynak suları bol olduğundan ve zamanla çoğalan ve buz gibi suların aktığı çeşmelerinden dolayı da yöreye Çeşme denilmiştir. Sürekli akan bu kaynakların etrafında çeşme yaptırmak günümüzde olduğu gibi, eski geleneklerimiz arasında da yer almıştır. 

Çiğli

Eski tarihlerde, ilçenin genel olarak bataklık ve sazlıklardan oluşması ve denize yakınlığı nedeniyle yeşil alanlara çok çiğ düşmesinden dolayı, ilk yerleşenler tarafından buraya “ÇİĞLİ” adı verildiği bilinmektedir.

Dikili

Zeytin ağaçlarının dikildiği yere "Dikmelik" denir. Bir var sayıma göre Dikili sözcüğünün bu dikmelik sözcüğünden geldiği sanılmaktadır. Karaosmanoğlu Dikili'de bir çiftlik kurmuştur. Karaosmanoğlu’na ait başka çiftliklerde olduğundan bu çiftliği diğerlerinden ayırt etmek üzere zeytinlerin dikili olduğu veya dikili çiftlik denmesi büyük bir olasılıktır.

Foça

 İzmir'in kuzeyinde yer alan bir sahil ilçesidir. Kent Antik Çağda bir İyon yerleşimi olarak ortaya çıktığında denizde yaşayan foklardan dolayı Phokaia adını almış, günümüze Foça olarak gelmiştir.

Gaziemir

Günümüzde Seydiköy’ün yerini almış olan Gaziemir adı; burayı “Seyyid Mükerremüddin Zaviyesi”ne vakfetmiş olan ve babası Mehmet Bey’in eski Türk devlet geleneği ve idare anlayışı doğrultusunda kendisine verdiği İzmir’de ikamet ederek, hayatını savaşlarla geçirmiş olan Aydınoğlu Gazi Umur Bey’e izafeten verilmiş olan bir isimdir. Gaziemir ismi “Gazi Umur”un zaman içerisinde uğramış olduğu değişim sonucunda yaygınlaşan bir isim olduğudur.

Güzelbahçe

M.Ö. VII.yüzyılda bölgede kurulan Klazomenia şehrinin  ismi zaman içerisinde halk dilinde Klizman şekline dönüşmüştür.

Uzun yıllar bu isim kullanılmış ancak Türkiye Cumhuriyet’inin kuruluşundan sonra, yapılan devrimlere bağlı olarak, 1936 yılında İlçeyi ziyaret eden Vali Kazım DİRİK’in “Bu yörenin toprağı kızıl ve Kurtuluş Savaşı sırasında buralarda çok fazla şehit kanı döküldü, buranın ismi artık Kızılbahçe olsun” önerisi kabul görmüş ve Kızılbahçe’nin ismi kullanılmaya başlamıştır. Ancak geçen süre içerisinde “Kızıl” kelimesine karşı gelişen tepki üzerine, 1954 yılında Belediyenin kuruluşu sırasında isim yeniden değiştirilerek Güzelbahçe olmuştur.

 

Karabağlar

İzmir'in en eski yerleşim yerlerinden Karabağlar. Yaklaşık 200 yıl önce Emrez ve Aktepe, kara üzüm bağlarıyla kaplıydı. Bölgede çok az sayıdaki ailenin bağları, çiftlikleri ve bağ evleri yer alıyordu. 

Karaburun

Karaburun adının nereden geldiği konusunda çok değişik görüşler ve varsayımlar mevcuttur. Çok eski dönemlerde, yarımadanın adının "Capo Calaberno" olması, fonetik olarak adın buradan değişerek geldiğini düşündürmektedir. Bir varsayıma göre ise; deniz yoluyla yarımadaya ilk varışta "Kömür Burnu" denilen mevkiin görülmesi nedeniyle, kayaların rengi esas alınarak "Karaburun" denildiği şeklindedir. Bir başka varsayım da eski Türk adlandırma usullerinde; kuzey yönünün "kara", güney yönünün ise "ak" olarak adlandırılması mantığına dayandırılmadır. Şimdiki ilçe merkezi eski haritalarda "Karaburun", Eşendere burnu ise "Akburun" olarak geçmektedir.

Karşıyaka

Kordelya İzmir Karşıyaka’nın eski isimlerinden bir tanesidir. Karşıyaka’nın ismi Coeur de Lion'dan gelir. Fransızca Arslan-Yürek anlamında. III. Haçlı Seferinde Aslan Yürekli Richard’ın orduları Karşıyaka’da konaklamışlar ve o zamanlar ormanlık olan bu bölgeye Aslan Yürekli Richard’ın adı olan Cordelion adını vermişledir. Coeur de Lion zaman içinde Cordelieu, Cordelion ve Kordelya ve en sonunda Karşıyaka’ya dönüşmüştür. Bugün bile Kordelya adında birçok kafe semtte bulunmaktadır.

Kemalpaşa

9 Eylül 1922 akşamı Mustafa Kemal Paşa'nın bu bölgede konaklamasından dolayı ismi sonradan değiştirilerek Kemalpaşa olmuştur.

Kınık

Kınık adı kelime anlamı bakımından, tarihçilere göre “nerede olsa azizdir” anlamına gelmektedir. İlçe bugünkü adını oğuz Türklerinin Bozoklar kolunun Kınık boyundan almaktadır.

Kiraz

M.Ö.8. yüzyılda İonlar, "Kışın sert soğuktan koruyan Kışlık Barınak" anlamına gelen “Klaos/Kleos”  ismi vermişlerdir. Bizans döneminde, "Çanak ova" anlamına gelen "Kilas/Kilos” ismi verilmiştir. M.S.2.yüzyılın sonlarında “Kilbis” olarak anılıyordu. M.S. 2. yüzyıl sonlarında, Bizans Döneminde “Koloe/Kolose” adı veriliyordu. Luwi dilinden gelme Koloe adı, Helen ağzına uydurulmuş Kolose olarak söylenmiştir. Osmanlı Döneminde, "Keles/Kelas/Kilas" ismi kullanılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Döneminde 1948 yılında ilçe olan Keles’e  "Kiraz" adi verilmiştir.

 

Konak

İzmir Derebeyi Katipzade Mehmet Çelebi, 1700’lerde meydanda denize nazır bir konak inşa ettirdi. Bu isim böylece ortaya çıktı. 

Menderes

Yakın zamana kadar Cumaovası olan ismi 1989 yılında alınan kararla Cumaovası Havaalanının isminin Adnan Menderes Havalimanı şeklinde değiştirilmesiyle ilçenin de adı Menderes şeklinde değiştirilmiştir.

 

Menemen

Bu konuda kesin kanıt olmakla birlikte birtakım rivayetler ortaya atılmıştır. 

1-) Pers Krallığı sırasında övünmeyi seven Pers Kralına bu şehri kimin aldığı sorulduğunda "men,men" diye yanıt verir. Farsça'da "men", "ben" zamirinin karşılığıdır. Bu deyiş sonradan Menemen olur. 

2-) Bergama Kralı Eumen, şehre kendi adını vermiş, sonradan bu Menemen şekline dönüşmüştür. 

3-) Bizans egemenliği sırasında "maino-menau" adının verildiği, bu deyişin zamanla değişerek bugünkü şeklini alarak Menemen olmuştur.

 

Narlıdere

Yukarıköy'ün kenarından geçen Ali Onbaşı Deresi'nin kıyısındaki bahçelerde bir zamanlar var olan Nar ağaçlarından almışlar.

Ödemiş

Ödemiş adı 1451 yılında Otamış, 1684 yılında Ötemiş, 1820 yılında son değişikliklerle bugünkü adını almıştır. 

Ödemiş’in, önce iri bir köy durumuna gelmesi ve sonra hızla nüfusunun artması o sıralarda havzada özellikle doğu kesiminde Ötemiş(ya da Ödemiş) aşireti

olarak bilinen ve göçebe yaşantıları ile tanınan Türkmenler’in 1684’den

başlayarak bugünkü Ödemiş kasabasının olduğu yerde yerleşik duruma gelmeleri ile oluştuğu bilgisini mevcuttur.

 

Seferihisar

Bölgenin bilinen tarihi; Karyalılar ve İonyalılar ile başlar, MÖ 30’da Romalıların Anadolu’yu işgali sırasında komutan Tysafer buraya yerleşir. 11. yüzyılda Selçuklular egemen olduğunda bölgenin adı “Tysaferin Hisarı” Osmanlı Döneminde “Sivrihisar” ve Cumhuriyet’ten sonra ise “Seferihisar” olur. 

Selçuk

İlçenin ilk ismi antik çağlardan gelmektedir. Efes (Ephesus) adı yerleşim yerlerinin değişmesiyle Ayasuluk olmuştur. Bölge 1390-1914 yılları arasında Türk ve Osmanlı hakimiyetine girdikten sonra Selçuk adını almıştır.

Tire

Tarihi belgelerde Thira, Thyera, Tyrha, Apaterie ve teira olarakta geçen Tire ismi Hatti-Luvi dil ailesinden gelmekte olup kale, hisar anlamlarını ihtiva etmektedir. Sırasıyla Hitit, Frigya, Lidya, Pers, Roma ve Bizans devletlerine ev sahipliği yapmış olan Tire’de 13.yy’da Aydınoğulları Beyliğiyle birlikte Türk egemenliği başlamıştır. Bu egemenlik 1426 yılında Osmanlı devletiyle devam etmiş olup günümüze dek gelmiştir.

Torbalı

İsmini antik çağın ünlü şehirlerinden biri olan Metropolis diğer adıyla Triyanna ya da Tripolisten aldığı rivayet edilen Torbalı, tarihin bilinen devirlerinden beri çeşitli uygarlıkların merkezi durumundadır.

Pek çok kisinin bildigi bir söylenceye göre Sultan Abdülhamid’in çiftligine fidanlar diken Murat Bey, fidanlarin zarar görmemesi için develerin agzina “Torba” baglanmasini emretmis, yöre daha sonra “Torbali” adiyla anilmaya baslanmistir.

Urla

İlçenin ismini nereden aldığına dair çeşitli rivayetler bulunmaktadır. Halk dilinde Latince ve Rumca bataklık-sazlık anlamına gelen “Vurla” kelimesinden ve Osmanlı Padişahı Mehmet Çelebi’nin komutanlarından İbrahim Beyin sefere çıkarken kendisine “Uğurola”, “Uğurlu geldi” demesinden üretildiği söylenmektedir. Ayrıca Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesinde şehrin Kıdafe Kralının kızı “Ulice” tarafından kurulduğu ve şehre “Urli” adının verildiği zamanla halk dilinde değişerek “Urla” dendiği yazılmaktadır.

Gayrimenkul Dünyasında İletişim ve İş Paylaşımı: Başarıya Giden Yol
Türkiye’de Depreme Karşı Hafif Çelik Yapıların Avantajları
Gayrimenkul Danışmanlarının Gelişimi ve Hizmet Kalitesine Sinerji Katacak Beş Madde
Markaların Doğuş ve Gelişimlerini Anlatan 5 Film….
Pazarlamanın Gelişimi
LET'S DO İT   / JUST DO İT
LET'S DO İT / JUST DO İT

1971'de Phil Knight ve Bill Bowerman, Blue Ribbon Sports adında spor ayakkabı üreten bir şirket açtılar. Blue Ribbon Sports’un yeni ayakkabıları için bir logoya ihtiyacı vardı ve Phil Knight, 1971 yılında Portland Üniversitesi’nde öğrenci olan Carolyn Davidson ile saatliği 2 dolardan anlaştı. Davidson, Swoosh olarak bilinen simgeyi tasarladı ve şirketin yeni logosu bu oldu. Davidson bu logodan 35 dolar kazandı. Blue Ribbon Sports’un ilk tam zamanlı çalışanı ve aynı zamanda bir atlet olan Jeff Johnson, bir gece rüyasında Yunan mitolojisindeki zafer tanrıçasını gördü ve şirketin isminin değiştirilmesi gerektiğini önerdi. Önerisi kabul edildi ve şirketin yeni ismi Nike oldu. Nike 1980'ler ile birlikte yükselişe geçti. Hatta şirketin yükselen değeri ile birlikte Phil Knight, logo konusunda minnettarlığını göstermek için 1983 yılında Carolyn Davidson’a Swoosh şeklinde elmas bir yüzük ve Nike’dan hisse senedi hediye etti. Fakat bütün bu iyi gidişata rağmen Nike için büyük bir sorun da baş göstermeye başlamıştı: Reebok. Nike 1980'lerde yükselişine rağmen sıradan bir spor ayakkabısı markası olarak görülüyordu. Reebok’un ise pazar payı yükseliyordu ve özellikle bu yıllarda yükselişe geçen spor trendinden yüksek oranda yararlanıyordu. Nike, bu sorunu çözmek için 1988 yılında Wieden+Kennedy reklam ajansından yeni ve büyük bir kampanya istedi. Wieden+Kennedy’nin kurucularından Dan Wieden, Nike için çalışmalara başladı. Bir düzine reklam filmi çalışması yapıldı fakat Wieden’a göre eksik bir şeyler vardı. Çalışmalar birbirinden bağımsızdı ve tek bir temelde buluşmuyordu. Wieden, yeni kampanyanın sunumundan bir gün öncesinde gece çalışırken aklına 1977 yılında adam öldürme ve kundakçılık suçundan idama mahkum edilen Gary Gilmore’un son sözleri geldi: “Let’s do it.” Wieden, 20 dakikalık bir çalışma sonucu Nike’ın yeni kampanyasının sloganını buldu: “Just do it.”. Ertesi gün Nike’a yeni kampanya tanıtıldı ve Temmuz 1988'de Nike’ın yeni slogana sahip ilk reklam kampanyası yayınlanmaya başladı. 30 saniyelik TV reklamında 80 yaşındaki Walt Stack’in her gün 27 kilometre koşması konu alında ve siyah arkaplan üzerine beyaz renklerle “Just do it.” yazıldı. https://youtu.be/p_xozTo6wrU Nike, “Just do it.” sloganını hala kullanmaya devam ediyor ve 27.5 milyar dolarlık değeriyle şu an dünyanın en değerli spor markası konumda. Bu slogan sayesinde markanın ünü arttı ve pazar payı 10 yıl içinde ’den %43’e çıktı. Yine bu sürede satışlar 10 kat arttı. Ayrıca hala Wieden+Kennedy reklam ajansıyla çalışmaya devam etmektedir. Nike reklamlarında bugün bile kısa ve ilham verici kısa cümleler kullanıyor.Burada önemli olan markanızı konumlandırdığınız nokta ile ilgili etkili ifadeler bulabilmek.

Devamını Oku >
Gayrimenkul sektöründe anlam karmaşası yaratan bir kavram “ KURUMSALLAŞMA”
Gayrimenkul sektöründe anlam karmaşası yaratan bir kavram “ KURUMSALLAŞMA”

Gayrimenkul sektöründe anlam karmaşası yaratan bir kavram “ KURUMSALLAŞMA” Sektörümüzde bir markaya bağımlı olarak faaliyet göstermek kurumsallık olarak değerlendirilmekte. Bu durumda markaya bağımlı ofisler kurumsal, bağımsız ofisler, başka bir ifade de no name ofisler kurumsal olmayan olarak değerlendiriliyor. ( No name konusunda başka bir tartışma konusu, aslında her işletme bir markadır.) Bence bu ayrımın en net şekli FRANCHİSE OFİSLER ve BAĞIMSIZ OFİSLER şeklinde olmalıdır. Kendi bölgesinde yıllardır faaliyet gösteren franchise ofislerin bölge uzmanlığı dediği, müşteriye dokunuş dediği faaliyetleri 20 – 30 yıldır bölgesinde uygulayan, bulunduğu semtin dokusuna katkı koyan, o çevredeki tüm değişim ve gelişimleri takip eden, bazen semtindeki bir durağa, bir parka adını veren, bazen adres tariflerinde mihenk taşı olan ofisler bir anda No NAME oluyor, daha birkaç ay önce sektöre girmiş olan, bölge uzmanıyım dediği bölgesindeki meslektaşlarından, sektörün yasal ve ahlaki değerlerinden haberdar olmayan gayrimenkul danışmanları ve ofisler KURUMSAL oluyor. Yani herhangi bir markanın franchise hakkını satın alınca hoooop kurumsallaşmış oluveriyorsunuz. Franchise sistemleri edinmiş oldukları deneyim ve tecrübelerini sizlere aktarırlar. Böylece sizler sektörde temel bilgi ve becerilerle donanmış olarak başlamış olursunuz. Bu önemli ve inkar edilemez bir katkıdır. Ancak know-how aktarımlarının franchise ofisler tarafından çok doğru ve onlara aktarıldığı şekilde uygulanması oldukça önemlidir. Sektörde bir süre sonra gerek danışman gerekse ofis sahiplerinin bu uygulamalardan uzaklaştıklarını görmekteyiz. Bu durumda birçok franchise ofiste kısa zamanda faaliyetlerini sonlandırmak zorunda kalıyorlar. Markalar arası ofis transferleri ve takaslar gündeme geliyor. Daha önce burun kıvrılan markaların bir anda temsilcisi olunuyor ve yeni marka en iyi marka olarak lanse ediliyor. Bunu yazınca Volkswagen’in sloganı geldi aklıma “ Biz daha iyisini yapana kadar en iyisi bu”

Devamını Oku >
A4 Kağıtlarının Boyutları Neden 210 ve 297 mm Gibi Küsüratlı Sayılardan Oluşur?
Damacanalar Neden 20 Değil de 19 Litredir?
Kettle'ların Hacmi Neden 2 Değil de 1.7 Litredir?
Mutsuz Müşteri
Türkiye’nin İlk Göz Ağrısı Devrim Arabaları’nın Hikayesi
Türkiye’nin İlk Göz Ağrısı Devrim Arabaları’nın Hikayesi

“Otomotiv endüstrisi söz konusu olduğunda, modern bir ülke kendi ulaşım araçlarını üretmelidir. Günümüz dünyasında ulaşım araçları ekonomide önemli bir yer tutmaktadır. Kendi ulaşım araçlarımızı üretmeliyiz, kendi araçlarımızla taşınmalıyız. İlk olarak, bazı parçaları yapmak zorundayız; sonra, iyileştirme ile bunların% 70-80’ini oluşturmalıyız. Bazı insanlar Türkiye’de otomobil üretmenin imkansız olduğunu söylüyor. Bu düşünce kara zihinlerin ürünüdür.” Dönemin Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel, 1961 tarihli TÜSİAD toplantısında bu sözleri sarf ettikten sonra bir motor ve otomobil prototipi üretilmesinin talimatını verdi. Devrim Arabaları’nın hikayesi işte böyle başladı. 20 Türk mühendis Ankara’ya çağırıldı. Aynı zamanda bir mühendis olan TCDD Genel Müdür Yardımcısı Emin Bozoğlu toplantıya başkanlık etti. TCDD’ye 1.400.000 lira ödenek ayrıldı ve projenin teslim tarihi için 29 Ekim 1961 olarak belirlendi. Bu, 129 gün gibi bir sürede sıfırdan bir araba üretilmesi anlamına geliyordu. Bu kadar kısa bir sürede araba üretilmesinin imkansız olduğunu düşünenler kadar, gerçekleşmesinin mümkün olduğuna inananlar da vardı. Projede bulunan mühendisler, bu 4,5 ayda deyim yerindeyse canla başla çalıştılar. Bazı kaynaklara göre hafta sonları dahil olmak üzere günde 12 saate çıkan çalışma süreleri oluyor, bazı günler fabrikada yatıp kalkıyorlardı. Yapılması planlanan araba beş kişilik olarak, 1000-1100 kg ağırlığında belirlendi. Motorun gövde ve başlığı Sivas Demiryolu Fabrikası’nda dökülüp, Ankara Demiryolu Fabrikası’nda işlendi. Piston, segman ve kolları ise Eskişehir’de imal edildi. Motoru Ankara Demiryolu Fabrikasında monte edildi. Eskişehir Valiliği’nin internet sitesinde yer alan bilgilere göre, Devrim arabasının temel ve teknik özelliklerinin başka bir araca benzememesi için iki farklı prototip oluşturuldu. Arabanın modeli değiştirildi, iki gövde çakıldı. A ve B olmak üzere iki ayrı motor hazırlandı. Şanzımanlar ise Ankara Fabrikası’nda üretildi. Elektrik donanımı ile diferansiyel dişlileri, kardan istavrozları ve motor yatakları ile cam ve lastikleri dışında bütün özellikleri ve mekanik donanımları yerli üretimdi. Türkiye’nin ilk yerli üretim otomobili, söz verildiği gibi 29 Ekim 1961 sabahı hazırdı. Devrim, Ankara’ya trenle taşındı. Buharlı lokomotiflerle çekilen trende bacadan çıkan kıvılcımlardan dolayı araçların alev almaması için başlangıçta yalnızca manevra yapmasına yetecek birkaç litre benzin konuldu. Esas yakıt ikmali Ankara’ya indikten sonra yapılacaktı. Devrim Arabaları Ankara’ya indikten sonra motosiklet eskortuyla birlikte yola koyuldu. Eskortlar benzin ikmali yapılması gerektiğini bilmediği için, TBMM’nin önüne gelene kadar araçlara benzin doldurulmadı. Beyaz Devrim’e benzin doldurulduğu esnada Cumhurbaşkanı siyah Devrim’e bindi. Ancak araç 100 metre ilerledikten sonra durdu. Gürsel’in “Ne oldu?” sorusuna direksiyonda bulunan Yüksek Mühendis Rıfat Serdaroğlu “Paşam, benzin bitti,” diye cevap verdi. Bunun üzerine Cemal Gürsel, tarihe geçen “Garp kafasıyla otomobil yaptık ama şark kafasıyla benzin koymayı unuttuk,” sözünü sarf etti. Cemal Gürsel’den diğer araca geçmesi rica edildi ve diğer Devrim ile sorunsuz bir şekilde Anıtkabir’e kadar gidildi. Ertesi gün tüm gazetelerde “Devrim Yolda Kaldı“, “Devrim Yürümedi“, “100 Metre Gitti Durdu” gibi manşetler yer aldı ancak diğer Devrim ile herhangi bir sorun yaşanmadan Anıtkabir’e kadar gidildiğinden kimse bahsetmedi. Bütün basın, Devrim Arabaları’na ayrılan ödeneğin heba edildiğini yazdı. Sebebi benzin ikmalinin unutulması mı, basının provokasyonu mu yoksa zaten yalnızca prototip olarak planlanmasından mıdır bilinmez ancak imkansız gibi görünen bir sürede birbirinden değerli mühendislerin emeği ile üretilen yerli otomobil Devrim, hiçbir zaman seri üretime geçmedi. Üretilen dört araçtan üçü ve on motor hurdaya ayrıldı, kalan tek Devrim Eskişehir’deki TÜLOMSAŞ’ta sergileniyor. Başrollerini Taner Birsel, Halit Ergenç, Selçuk Yöntem gibi oyuncuların paylaştığı 2008 yılında vizyona giren Devrim Arabaları adlı film, bu talihsiz otomobilin hikayesini konu aldı ve oldukça olumlu eleştiriler aldı. Zaman içerisinde Devrim mühendislerinin yer aldığı belgeseller de yayınlandı.

Devamını Oku >
Kiracılar genel kurul toplantılarında oy kullanabilir mi?
Kiracılar genel kurul toplantılarında oy kullanabilir mi?

Kat Mülkiyeti Hukuku kapsamında gelen soruların başında; kiracı olarak olağan ya da olağanüstü toplantılarda oy kullanıp kullanılamayacağıdır. Bu sorunun nedeni aslında ortak giderler kiracılar tarafından ödenirken, bu ortak giderlere ait kararların alındığı toplantılarda kiracıların da fikir bildirme istediğinden kaynaklanmaktadır. Kat Mülkiyeti Kanunu'nun 31'inci maddesi bize kiracıların oy kullanıp kullanamayacağı ile ilgili cevap vermektedir. Madde 31/1 – Her kat maliki, arsa payı oranına bakılmaksızın, bir tek oy hakkına sahiptir. Birinci fıkrada belirtildiği üzere, oy hakkını sadece kat maliki üzerinde sınırlandırmıştır. Olağan ya da olağan üstü toplantılarda kullanılacak oyun kat maliki tarafından kullanılabileceği ve devamında kat malikine uygulanabilecek sayısal sınırlamalardan bahsetmiştir. Bu maddelerin ruhundan dahi kiracının da oy kullanabileceği hususu anlaşılmamaktadır. Fakat aynı maddenin 2007 yılında değiştirilen son fıkrasında ise; vekalet sistemi düzenlenmiştir. Madde de açıkça; “Kat maliklerinden biri, oyunu yetkili vekil eliyle kullanabilir” denmiştir. Bu da kat maliki olağan ya da olağan üstü toplantılarda kullanılacağı oyunu atayacağı bir vekil ile kullanabileceği hususunu dile getirmiştir. Kiracıların işine yarayan husus, vekillik sisteminde kanunun vekilin durumu konusunda bir sınırlama getirmemiş olmasıdır. Kısaca; vekilin dışardan olması ya da kat maliki olmaması gibi sınırlamalar getirmemiş oluşu ve tayin edilecek vekil adı yazılı bir yazı ile tayin edilebilmesidir. Aşağıda örnek olarak bir vekaletname gösterilmiştir. Bu nedenle, Kat Mülkiyeti Kanunu’na tabi genel kurullarda kiracılar oy kullanabilmesi için kat malikinden alacakları adı yazılı bir vekaletname belgesi ile oy hakkına erişebileceklerdir. Kiracıların kat malikleri/kiralayanları ile yapacakları kira sözleşmesi aşamasında bu hususun mutlaka değerlendirilmesi gerekmekte, belki de kiralamanın devam ettiği sürece geçerli bir vekaletname verilmesi gerektiği günümüz koşullarında taraflar arasında hakkaniyet bakımından göz önünde bulundurulmalıdır.

Devamını Oku >
TAKS KAKS nedir? Emsal ne demek?
Yatırım Fırsatı  Gayrimenkul Danışmanları içinde Fırsat (mı) ?
E-Bülten Aboneliği ile,
Bizlerden 7/24 Haberdar Olabilirsiniz